İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

SOPANIZI USULCA İNDİRİN

Tahmini Okuma Süresi: 4 dakika

Son zamanlarda Ali Kırca’nın Siyaset Meydanı ve Mehmet Ali Birand’ın 32. Gün programlarının eski kayıtlarına dadandım. Özellikle 1996-2004 arası programları tekrarlarını izliyorum. O dönemdeki tartışmaları, ekonomik krizleri, yolsuzlukları, devlet-mafya ilişkisini, Kürt sorununu vs… Hepsi ile ilgili birçok programı dikkatle izledim.  Hem kronik sorunlarımız olan ekonomik kriz, yolsuzluk ve Kürt sorununa o zamanın aydınları ve gazetecileri nasıl bir refleks geliştirmiş onu görmek, hem de yine o dönemin aydınlarının ve gazetecilerinin bugünler için ön gördüğü tahminlerin ne kadarı tutmuş bunu görmek için iki programı takibe aldım. Bazı programların tarihini silip bugünün tarihini vererek yeniden servis etsek hiç garipsenmeyeceğini üzülerek gördüm. Otuz senedir aşamadığımız problemleri ve o problemleri ele alış biçimimizin değişmeyişini görmek en hafif tabirle “yıpratıyor.” Daha da yıpratıcı olan şey ise o dönemde en azından farklı fikirlerde aydınları aynı programlarda izleme şansı varken bugün birbirinin aynısı programlarda birbirinin aynısı adamların vasat tartışmalarına maruz kalmak… Sorunlar geçmişten gelse de tahammül ve dinleme meziyetlerini geçmişten bugüne getirememişiz maalesef.

Bugün eriyen orta sınıftan sıkça söz ederken erimenin de ötesinde kaybolmuş olan aydın sınıfı konuşmayışımız ne acı. Soru sormayan/soramayan gazetecileri konuşmayışımız ne acı. Ülkesi için bir şeyler yapmaya çalışan, gündemi takip eden, fikrini ve ideolojisini açık yüreklilikle meydanlarda haykıran öğrencilerin yokluğunu konuşamayışımız ne acı.

Bugünkü iktidarın her fırsatta karaladığı eski Türkiye’nin mevcut Türkiye’den daha ileride olduğu bazı hususları konuşmayacak mıyız? Sadece kara yolları, hastane ve gelişen teknoloji üzerinden eski Türkiye’ye bakmak ne kadar sağlıklı? Elbette eski Türkiye’de her şey güllük gülistanlık değildi. Bugün yaşanan sorunların hemen hepsi o dönem de yaşanıyordu. Fakat eski Türkiye’nin şuan ki Türkiye’den artıları da vardı. O dönem her ideolojiden aydınları ana akım medyada görme şansımızın varlığı gibi… Yolsuzluktan yargılanan siyasetçileri, soru soran gazetecileri, iktidarı korkusuzca eleştiren sanatçıları, hesap veren bakanları ve iyi kötü işleyen bir meclisi görüyorduk. Bugün bunlardan hangisi var? Daha gelişmiş teknolojimiz, daha gelişmiş hastanelerimiz, daha duble yollarımız bu boşluğu doldurabilir mi? Bizler sadece maddi ihtiyaçlardan ibaret varlıklar mıyız? Üstelik mevzubahis yollar, hastaneler ve köprülerin maddi külfeti tümüyle vatandaşın sırtına yüklenmişken, nasıl sadece bunlardan tatmin olmamız beklenebilir? Velev ki bunlar iktidarın sandığı gibi bizlere birer lütuf olmuş olsun; bu lütuf karşısında istediğimizi izleme, istediğimizi dinleme ve istediğimizi okuma hürriyetimizden vaz mı geçmeliyiz? Devletin bizi yönlendirmeye muhtaç, iyi kötü ayrımını yapmaktan aciz bir tebaa olarak görmesini kabul mü etmeliyiz?

Bu ülkede her ideolojiden müthiş aydınlar ve entelektüeller var. Fakat ben bu insanlara ulaşmak, onları dinlemek için neden 30 yıl geçmişe gitmek durumunda kalıyorum? Neden bu insanların fikirlerini takip etmekte güçlük çekiyorum? Ben, elinde sopa ve önünde harita ile ekranlarda en bayağı, en sığ yorumlarını cahilce bir öz güvenle sunan, hiçbir entelektüel birikimi olmayan bir takım tuhaf insanı seyretmek zorunda mıyım? Bu ülkenin Solcu aydını da var, İslamcı aydını da var, Liberal aydını da var, Milliyetçi aydını da var. Bunu bir var sayım olarak söylemiyorum, gerçekten “var.” Ben bu aydınları takip etmekten, onları dinlemekten keyif alıyorum. Fikirlerimiz ters olsa da keyif alıyorum. Çünkü bu tarz aydınlar fikren size ters de olsa ufkunuzu açar, kendinizi ve inandığınız her şeyi sorgulamanıza, yeniden yorumlamanıza vesile olur. İşte şuan tam olarak bundan mahrumuz. Bu mahrumiyet bize şuan çok şey kaybettiriyor ve korkarım gelecekte daha çok şey kaybettirecek.

Devlet yetkilileri kime hain, kime kahraman diyeceğimizi elinde sopa ile bizlere gösteriyor, kimi alkışlayıp kimi yuhalayacağımızı buyuruyor, kimi izleyip kimi izlemeyeceğimizi söyleme haddini kendinde görüyor. Dilediği aydını içeri atıyor, dilediği aydını çeşitli yöntemlerle susturuyor. Yapmayın efendiler. Biz kronikleşen sorunlarımıza alıştık, o sorunlarla birlikte yaşamayı öğrendik. Ama hürriyetsiz, düşüncesiz ve aydınsız yaşama alışamayız. O kadar uzun boylu değil. Bugün içine düştüğümüz kör düğümü de tam da bu sebepten ötürü sadece ekonomik krizle, yolsuzlukla açıklayamayız. Bu saydığım sorunlar bu coğrafyada yüzyıllardır var. Ama bu düğüm adaletsiz, hürriyetsiz, aydınsız kalmış bir toplumun düğümüdür. Bu düğüm yönünü kaybetmiş, ahlakını, erdemini ve adalet anlayışını yitirmiş bir toplumun düğümüdür.

Bu düğüm çözülemez hale gelmeden sopanızı usulca indirin ve rehin aldığınız aydınları, hürriyeti ve adaleti bize geri verin. Geri kalanı bu millet halleder.

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir