İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Çığlığın Sessizlikten Utanacak

Tahmini Okuma Süresi: 4 dakika

Birisi yüzünüze bir yumruk atsa, o acıyı anlık olarak hissedersiniz. Kafanızı pencere kenarına çarpsanız acıdan kıvranırsınız, halı saha maçında karın boşluğunuza bir top gelse nefesiniz kesilir ve acı çekersiniz, ılık sandığınız bir kaçık dolusu çorbayı mideye indirdiğinizde ağzınızdan midenize bir kalorifer borusu çekilmişçesine sıcaklığı hissedersiniz. Bunlar hep hissedilen acılardır. Çünkü vücudunuz ve beyniniz bu tarz acıların ölçeğine daha hazırlıklıdır. Anında tepki geliştirir. Yukarıda saydığım ufak çaplı acıları bir çoğumuz yaşamışızdır. Ben de yaşadım. Ve maalesef daha büyük acı ve şok anlarını da yaşadığım oldu. İşte orada tuhaf bir şekilde hatırı sayılır bir süre vücut herhangi bir acı belirtisi göstermiyor. Neye uğradığınızı anlamanız o yüzden zaman alıyor. O an çevredekiler size bir şey olmadığına çok çabuk ikna olabilirler. Daha kötüsü sizler de kendinize bir şey olmadığına “o an” ikna olmaya yatkınsınızdır. Yıllar öncesinde saçma bir kavganın ortasında göğsüme bıçak darbesi yediğimde iki santimetre ile kalbi sıyırıp ciğerden bıçaklanmıştım. Ciğerim darbe ile birlikte sönmüştü. İlk yarım saat acıya dair hiçbir şey hissetmemiştim. Çevredekiler gömleğin tamamen kan içinde olduğunu görüp ambulansı aramasalar muhtemelen şu an hayatta olmazdım. Daha sonrasında benzer şok anlarını yaşayan insanlara birebir denk geldiğimde ya da dinlediğimde aynı şeyleri yaşadıklarını gördüm.

Mesela kurşun yiyen bir adam filmlerdeki gibi anında ölmüyor. Hatta kendisine doğru ateş edildiğini görmediyse kurşun yediğini fark etmesi bile biraz zaman alıyor. Bazı başarılı savaş filmlerinde bu anın gösterildiğine şahit olmuşsunuzdur. Çatışmadan sonra askerler kıyafetlerini çıkarıp birbirlerini yoklarlar, vücutlarına bakarlar. Vurulduğunu anlamamış askerler olabilir diye. Yine askerde bir komutanım anlatmıştı; Hakkari’de yoğun bir çatışma sırasında tank içinde iki askerin birbirine bakıp dona kaldığından bahsetmişti. Yanı başlarına bomba düşerken o askerler kilitlenmiş bir şekilde birbirlerine bakakalmışlar. Komutan zoraki askerleri şok halinden kurtarıp karakolu savunmaya devam etmiş…

Şimdi gelelim bu can sıkıcı şeyleri neden anlattığıma… Toplum dediğimiz gerçeklik bireylerden oluştuğuna göre bireylerin davranışları, refleksleri toplumun davranış ve reflekslerini etkiyor demektir. Bizim bireysel anlamda yaşadığımız tecrübelerin yansıması çoğu zaman toplumda da karşılık buluyor. Bugün Türkiye’de genel hatlarıyla tepkisizlikten, tükenmişlikten, duyarsızlıktan şikâyet ediyoruz. Bu şikayetler elbette haklı şikayetler. Ama bu tepkisizliğin ne kadarı duyarsızlıktan ne kadarı anlattığım gibi büyük şok anlarının etkisinden onun ayrımını iyi yapmak gerekir. Bu toplumun sadece son on senede yaşadığı travmalara bakın. Son on senenin ana haber konularına bakın. Adaletsizlik, maden faciaları, deprem faciaları, darbe girişimleri, ekonomik kriz, cinayetler, toplu ölümler, ihmaller, yolsuzluklar, yoksulluklar, çeteler, uyuşturucu baronları, uluslararası suç örgütleri, işsizlik, terör, liyakatsizlik, uzun çalışma saatleri, hayat pahalılığı, yoğun borç yükü, dinlenememe, sağlıklı beslenememe vs.. vs.. Bu insanlar belki bunlardan sadece birkaçı ile mücadele etmek zorunda kalsalardı acıyı hissedip sesleri çıkacaktı. Ama artık acı hissedemeyecekleri kadar yoğun ve kesintisiz olarak omuzlarında. Bu sessizlik kızgınlıktan ziyade acınmayı hak ediyor. En azından ben kendi adıma acıyorum. Kendim de dahil içinde bulunduğum toplumun haline acıyorum. Biz bu kadar sorunlu bir hayatı ve dahası sorunlu ölümleri hak etmiyoruz. Şimdi hissiz gibi şok halinde olabiliriz. Fakat bu şok hali geçtiğinde acıyı tekrar hissetmeye başladığımızda ne olacak merak ediyorum? En çok da bu acılara sebep olanlara ne olacak onu merak ediyorum.

Bu çerçeveden bakarak son yaşadığımız felakete dair birkaç kelam edip noktalayacağım. Bolu’daki otel faciasında yaşamını yitiren 79 yurttaşımızın haberleri paylaşılırken yan otelin pistinde kayak yapan insanlar ekranlara yansıtılmıştı. Haklı olarak o insanlara tepki de gösterdik. Ama bazen medya öfke oklarını bilerek saptırmayı sever. Orada kayak yapan insanlara gelene kadar kızmamız gereken, o öfke oklarını vicdanlarının ortasına atmamız gereken çok insan var. O kayak yapan insanlar en son kızacağınız insanlar olsun. O insanlar Titanic filminde gemi batarken müzik çalan orkestra şefi gibi görkemli bir veda peşindeler. Hayatları boyunca hazzın peşinde koşmuş bir grup insanın ölürken de hazdan vazgeçmeme tercihidir. O insanlar haz’dan arta kalan zamanlarını terapi seanslarına para ve göz yaşı dökerek geçiriyor zaten. Giderayak ne yaşarsak kar kafasındalar ama insan özü o hesap kitaba pek uymuyor.

Gemi batıyor. Kimi müzik eşliğinde gidecek, kimi can yeleklerine koşacak, kimi sevdiğine sarılacak. Kimi ise bir umut gemiyi limana yanaştırmanın yoluna bakacak.

Ola ki gemi batmazsa vay o kaptanın haline. Gerçek sessizliği işte o gemi kaptanı anlayacak. Acı içinde çığlıklar atarken umursamaz bakışları ve o çığlıklardan hatta haz alan bakışları çevresinde gördüğünde her çığlık sessizlikten utanacak.

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir