İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

DEĞER

Tahmini Okuma Süresi: 12 dakika

Gurbette yaşanan yoksulluk, şehrin çeperine ürkekçe yerleşmiş her barakada benzer hikâyeler yaşatır insana. Çoğu zaman da benzer sonlar. Fakat arada nadir hikâyeler de çıkar. Kayalar arasındaki çatlaktan fışkıran bir çiçek gibi, enkaz olmuş bir hayatın içinden çıkan mucize bir kurtuluş gibi… Ben, Değer. Kaya gibi sert, enkaz olmuş bir hayatın içinden biraz yaralı, biraz kırılmış ama çokça güçlenmiş bir kadın olarak sizlere anlatacaklarım var. Önce ilerde yapacağım tüm hataların sebebi olan –psikoloğum Hakan’a göre- ailemden ve tabi çocukluğumdan bahsetmem gerek.

Tunceli’den Adana’ya göç ettiğimizde henüz altı yaşında yerinde duramayan bir kız çocuğuydum. Oturduğumuz ev çıkmaz sokak olduğu için uykum gelene kadar akranlarımla oynar, eve gittiğimde yorgunluktan direk yatağa devrilirdim. Gerçi şimdi de değişen bir şey yok, 43 yaşındayım ve eve yalnızca devrilip yatma vakti gidip şafak vaktinde kaçıyorum. Baba dayağından ve anne kasvetinden kaçışı o yaşta öğreten hayat, şimdilerde patronumdan, iş arkadaşlarımdan ve hayatıma giren adamlardan kaçmayı öğretti. Gerçi kaçtığım o kadar çok şey vardı ki şu hayatta, sanırım en iyi bildiğim şey “hâla” kaçmak. Kendimden, ailemden, insanlardan ama yine de en çok yalnızlıktan.

Evde dört kardeş beraber büyüdük yalnızca birimiz bu bataklıktan kurtulabildi. Evin erkeklerinin yiyip içip borç biriktirmekten başka gayesi yoktu. Üç kız kardeş küçük yaşlardan beri evdeki erkeklerin anlamsız borçlarını kapatmak, annemizin daha az dayak yemesini sağlamak için didindik durduk. Epeyce de yorulduk. Fakat aile bazen bataklık gibidir. Çıkmak ister çıkamazsınız, kaçmak ister kaçamazsınız. Bağırmak ister ses çıkaramazsınız. Evdeki bu iç karartıcı tablodan ve yalnızca koca bir delik gibi evin enerjisini ve parasını sömüren babam ve erkek kardeşimden kaçmak için hayatıma hep daha sorunlu erkekleri dâhil ettim. Kaçtığım yalnızlıktı, kaçıp bulduğum adamlar ise hep yalnızlığımı arattı. Sanırım onlardan bahsetme sırası geldi…

Bana yalnızlığı aratan ilk adam Fetih isminde bir mafyaydı. Yirmili yaşlarımın enerjisi ile çalıştığım giyim mağazasının yanında beyaz eşya dükkânı vardı. Beyaz eşya dükkânı bir paravandı elbette. Bunu dükkâna giren çıkan tiplerden anlayabiliyordum. Hiçbirisi çamaşır makinesi bakacak tipler değillerdi. Benim onun dükkânını gözetlediğim gibi o da benim çalıştığım giyim mağazasını gözetliyordu elbette. Bunu sonraki dönemlerde bana itiraf ettiğinde öğrenmiştim. Hatta ziyaretime gelen polis arkadaşlarımın olduğunu görünce benim de oraya yerleştirilmiş bir polis olduğumu bile düşünmüş. Bunun yarattığı psikolojiden olsa gerek bizim tanışmamız da bir kavga ile başladı.

Fethi mağazaya gelen araçların dükkânın önünü kapatmasını bahane ederek bizim mağazamıza girmişti. Herkese yüksek sesle konuşurken sıra bana gelmiş, bense önünde korkusuzca dikilip gözlerinin içine bakıp ondan daha çok yüksek sesle bağırınca gözlerindeki şaşkınlıkla karışık hayranlığı ilk o zaman sezmiştim. Ben bağırınca sustu Fethi. Sonra usulca dükkânına gitti. Ertesi gün mağazada tek olduğum sabah saatlerinde yanıma gelerek özür diledi ve böylelikle tanışmış olduk. Sonraları bunu dışarda buluşmalar izledi. Samimiyet artınca buluşmalar daha da sıklaştı ve en sonunda her akşam mağaza kapanır kapanmaz soluğu Fethi’nin yanında alır olmuştum. Bu duygunun adının aşk olduğunu anlayamayacak kadar aşk denen kavrama uzaktım o aralar.

Her şey çok da güzel ilerlemişti. Sabah uyanmak için, hatta o kasvet dolu mağazaya gitmek için bir sebebim vardı. Akşamları kaçamak birkaç saatlik buluşmalar yetmeyince Fethi beni yemeğe davet etti. Yemek Mersin’in bilinen bir otelinin şık restoranındaydı. Adana’da yakalanma riskinden ötürü Mersin’de bir otelde kalmayı seçmiştik. Yemekte artık ilişkimizin adını koymuştuk, hatta Fethi beni çok şaşırtarak tektaş yüzük çıkarmıştı. Bu beklenmedik sürprizle ayaklarımın yerden nasıl kesildiğini hala o anki kadar sahici hissederim.

Tahmin edileceği gibi gece sonunda odamıza geçmiştik. Tüm gece içimi dolduran heyecan yerini gerilime bırakmıştı. Çünkü Fethi’nin tavırları ve bakışları beni tedirgin etmişti. Nitekim tedirginliğimi haklı çıkarırcasına Fethi’nin iğrenç saldırısına maruz kalmıştım. Gözü dönmüşçesine üzerime çullanmıştı. Ben kolumla ve tekmelerimle onu savuşturmaya çalışırken belinden çıkardığı silahını çenemin altına dayamıştı. Bu Fethi’nin bana yaşattığı ilk travmaydı. Fakat ne yazık ki son olmayacaktı. Ben çenemin altında hissettiğim soğuk namluya rağmen çığlık atmayı başarmıştım. Birkaç dakika içinde odamızın kapısı otel görevlileri tarafından yumruklanmaya başlamıştı. Hemen ardına polisin geleceğini adı gibi bilen Fethi silahı beline tekrar sokarak üzerimden kalkmıştı. Bunu fırsat bilerek odadan fırlamış ve kimseye tek kelime etmeden otelden koşarak uzaklaşmıştım.

Aklıma ilk olarak polis arkadaşım Mehmet gelmişti ve buza kesmiş parmaklarımdan zoraki telefonu tuşlayabilmiştim. Mehmet’in Adana’dan gelmesi bir saati bulurdu ama başka da sığınacak kimsem yoktu. Beladan telaşla kaçarken Mehmet’in başka bir belayı bana o gece getireceğini nereden bilebilirdim ki? Her şeyden habersiz, dahası çaresizce Mehmet’i beklemeye başladım… Kırk Beş Dakika sonra Mehmet ve arabada bir polis arkadaşı beni almaya gelmişlerdi. Mehmet şaşılacak bir çabuklukla yanıma ulaşmıştı. Hiç konuşmadan hemen arabaya binmiştim. Mehmet’in yan koltuğunda oturan adam elini uzatmış ve “merhaba ben Turgay” demişti.

Bana uzatılan o elin beni başka bir belaya sürükleyeceğini bilmeden ben de elimi uzatmış ve “Merhaba, ben Değer” demiştim…

Arabaya bindikten sonra bir süre kimsenin ağzını bıçak açmadı. Aslında Mehmet benden bir açıklama beklediği için merak ve biraz da öfkeyle susuyordu. Turgay ise yeni tanışmış olmanın verdiği çekingenlikle ikimizden birisinin neler olup bittiğini anlatmasını bekliyordu. Sonunda Mehmet dayanamayarak sessizlik duvarını yıktı.

“Ne olup bittiğini anlatacak mısın Değer? Mersin’de ne işin var? Başına ne işler açtın yine?”

Bu Mehmet’in şahit olduğu ilk vukuatım değildi. Sorularındaki sitemkâr hava bundandı. Olabildiğince soğukkanlı bir ses tonuyla Mehmet’in merakını ve öfkesini dindirmek için olan biteni anlattım. Fakat Fethi’nin adını duyunca Mehmet’in öfkesi daha da kabardı:

“O adamın adi bir mafya olduğunu sana defalarca söylemedim mi? Ne bekliyordun Değer? O aptal dizilerdeki gibi kötü çocuğu kendine âşık edip aile babası mı yapacaktın? Böyle adamlar değişmez kızım… Toysun, öğreneceksin ama umarım öğrendiğinde hayatın kararmış olmaz.”

Ne diyebilirdim ki haklıydı. Kafamı cama yaslayıp akıp giden yol ışıklandırmalarını saymaya başladım içimden. Yine kaçıyordum gerçeklerden. Beynim Mehmet’e hak veriyordu tam da bu sebeple beynimi susturmak için onu hep böyle saçma şeylerle oyalardım… Küçükken de ne zaman babamın bağrışlarını duysam halının püsküllerini ayak parmaklarımla ayıklar tek tek sayardım.

Adana’ya ulaştığımızda içimi tekrar sıkıntı kapladı. Fethi’nin bizden önce Adana’ya ulaşıp her yerde beni aradığına emindim. Sabah işe gidemezdim. Fethi’nin yapabileceklerini kestiremiyordum artık. Aklıma sürekli çenemin altında hissettiğim soğuk namlu ucu geliyordu. Gecenin bu saatinde eve de gidemezdim. Gitsem Fethi’nin yarım bıraktığı işi babam tamamlardı muhtemelen. Mehmet’in evine hiç gidemezdim. Karısı Fethi’den de babamdan da daha gaddar olabilirdi. Bu çaresizlik ve parasızlıkta tek seçeneğimin Turgay olması kaçınılmazdı. Öyle de oldu.

Sabaha karşı Turgay’ın evine geçtik. Arabadaki suskunluğun acısını çıkarırcasına öğleye kadar aralıksız konuştuk. Nedense anlattıkça rahatlıyor, anlattıkça Fethi’nin ensemde hissettiğim nefesini unutuyordum. Gün’le beraber içime de güneş doğuyordu. Biz Turgay’la hayat hikayelerimizi bir terapi seansı gibi birbirimize ayrıntılarıyla anlatırken Mehmet çoktan harekete geçmiş, savcı olan kayınbabasına Fahri’nin beyaz eşya dükkanını arama iznini çoktan çıkarmıştı. Biz Turgay’la terapi seansımızı tamamlayıp uyuduğumuzda Fethi’nin beyaz eşya dükkanına polis baskın yapmıştı. Baskın sonrası apar topar tutuklama kararı çıkartılan Fethi cezaevine düşmüştü.

Akşam saatlerinde gözümü açtığımda nerede olduğumu, kimde olduğumu, saatin kaç olduğunu idrak etmem biraz zaman almıştı. Telefonda Mehmet’in dokuz cevapsız aramasını görünce saniyeler içinde aklımdan onlarca ihtimali geçirip kalbimin nasıl hızlı attığını hala o an gibi hissederim. Kendimi toparlayıp Mehmet’i aradığımda Fethi’nin haberini ilk haberini alışımı da dün gibi hatırlıyorum.

Bir yanım büyük bir beladan kurtulmanın huzurunu yaşıyor, diğer yanım Fethi gibi heybetli bir adamın kalın bileklerine geçirilen kelepçeyi, cezaevine yakışamayacak kadar iri ve biçimli vücudunu düşünüyordu. Telefon sesine uyanan Turgay ise eliyle omuzlarımı ovalarken, sonbahar yaprağı gibi istemsizce başka bir çamura doğru savrulduğumu hissetmiştim. Turgay’ın fırsatçı merhametinin farkında olduğum halde ona sığınmaktan kurtulamayışım, yalnızlıktan amansız kaçışımın bana yaptırdığı hatalardan sadece birisi olarak kalacaktı.

Turgay’la o günden sonra da sıkça konuştuk. Kaçamadığım, belki de kaçmak istemediğim bir bataklık olarak çektikçe çekti beni içine. Çalıştığım giyim mağazasına bir daha gitmedim. Turgay’ın aracı olduğu medikal dükkânında işe başladım. Hayat bir kez daha sıfırdan başlamam için ya bana bir fırsat sunmuş ya da sonsuz bir girdabın içine sokmuştu buna hala karar veremiyorum. Hızlı kavrayan, gözü kara, genç bir kadın olarak orada da kısa sürede işi kavramış hatta vazgeçilmez eleman olmayı başarmıştım. Başarıya ve mutlu haberlere aç ruhum eksikliklerini o küçük medikal dükkânında tamamlıyordu adeta.

Bu süreç böylece sekiz ay devam etti. Fethi cezaevinden aracılarıyla bana mektuplar ulaştırmaya devam ediyor, Turgay’la yakınlaşmamız artık adı konulmamış bir sevgililiğe eviriliyor, babam ve erkek kardeşim ise en iyi bildikleri şeyi, “borç biriktirmeyi” sürdürüyorlardı. Aslında bu kısır döngüye bile razıydım. Hatta Fethi’nin beni, Turgay’ı ve Mehmet’i öldürme tehditlerini mektuplarla ulaştırmasından bile tedirginlik hissetmeyecek kadar belaya uzak olduğumu düşünüyordum. Ta ki Fethi’nin nasıl olduğunu anlamadığımız şekilde tahliye olduğunu öğrendiğimiz güne kadar. İçimden bir ses bu sefer sıfırdan değil eksiden başlayacağım bir denklemin içine düştüğümü söylüyordu.

Fethi blöf yapmayacak kadar sahici bir psikopat, bizse bu sahicilikten uzaklaştığımızı düşünen hayalperestlerdik. Fethi’nin cezaevinden çıkışı ile uzaklaştığımızı sandığımız hangi sancı var ise karnımıza bir ok gibi saplanmıştı.

…Soğuk namlu sanki tekrardan çenemdeydi ve ben kaçtığım şeye doğru koşmuşum farkında olmadan… Şimdi ya teslim olmalıydı gerçekliğin cehennem yanına, ya da cenneti aramalıydı yorgun kaçışların soluk aralarında…

Teslim olmak mı? Üstelik gerçeklik denen cehenneme. Hiç bana göre değildi. Tüm yoruculuğuna ve imkânsızlığına inat cenneti aramaya koyuldum. Tek sorunum bu arayışı hep çevremi saran zebanilerle yapmak gibi tuhaf bir ironiye sahip oluşumdu.

Fethi zebanisinin hapisten çıkmasıyla Turgay zebanisi ile cenneti aramaya koyuldum. Bu arayış bizi Ankara’ya kadar götürdü. Turgay’la birlikte Ankara’ya gittiğimizde ikinci otel faciasını burada yaşadım. Bu defa çenemin altında soğuk namluyu hissetmedim ama kulaklarım otel odasını basan Turgay’ın karısının aşırı tiz sesi ile doldu. Evet, Turgay’ın evli olduğunu epey gürültülü bir merasimle öğrenmiş oldum. Bu sefer sessiz sedasız çıktım otel odasından ve taksiye binip otogarın yolunu tuttum. Tuhaf şekilde hissiz gibiydim. Ve yine tuhaf şekilde Turgay’dan çok dostum dediğim Mehmet’in benden Turgay’ın evli olduğunu saklamasına kızmıştım. Bu basit bir erkek dayanışması olarak yorumlanmayacak kadar ciddi bir sırtından vurma hadisesiydi benim için. Güvendiğim tek erkek olan Mehmet’i de kaybetmiştim. Yalnızdım.

Yol boyunca yine her zaman yaptığım gibi kayıp giden ışıkları seyrettim. Adana’ya yaklaştıkça nedendir bilinmez intikam duygularım kabardı. Ne yaparsam yapayım sessizliği ve canım yandığımda can yakmadan durabilmeyi beceremiyordum. Aklıma ilk gelen fikir tüm zebanilerimi birbirine kırdırmak oldu. Hepsiyle baş edecek gücüm yoktu, bunun farkındaydım fakat hepsinin ayrı ayrı birbirini yok edecek güçleri vardı. Turgay ve Mehmet’in polis oluşları, Fethi’nin gözü kara bir mafya oluşu ve hepsinden önemlisi kafalarının normalden az çalışıyor oluşu planımı uygulamaya yeter de artardı bile.

Adana’ya ulaştıktan üç gün sonra Fethi beni bulmadan ben ona gittim. Bunu onun güvenini tekrar kazanmak için yapmıştım. Ama bu kolay olmadı. Fethi’nin yanına gittiğim an hakaretlerine hatta tartaklamalarına göz yummak durumunda kaldım. Biraz sakinleştiğinde her şeyi ona kafamda kurduğum şekliyle anlatıyordum. Mehmet’in Turgay’la bir olup beni nasıl oyuna getirdiğini, Ankara’ya zorla götürüldüğümü, Mehmet’in onu hapse attırmak için savcı olan kayınbabasını nasıl doldurduğunu hepsini anlattım. Fethi patlamaya hazır bir bomba gibi öfke ile planlar yapmaya başlamıştı bile. Ortalık karışacaktı fakat karışsındı. Benim hayatımı pespayeleştirenlerin hiçbir şey yokmuşçasına hayatlarına devam etmelerine, daha başka hayatları mahvetmelerine razı gelemezdim ya…

Ben Fethi’yi Turgay ve Mehmet’in üzerine saldıktan 2 ay sonra Turgay Ankara’da vuruldu. Trafik tartışmasında bir polis memuru şehit oldu diye haberlere düşünce nedense karısının tiz çığlığı geldiği aklıma…

Turgay’dan 3 ay sonra Mehmet’in de cesedi Seyhan Baraj Gölü’nde bulundu. Fethi bu cinayetleri yalnızca benim için mi işletmişti yoksa kendi hırsına mı yenik düşmüştü bunu kestiremiyor, içten içe merak da ediyordum. Ama her seferinde benim için işlediğine kendimi ikna edip Fethi’yi sevmek için çabalıyordum. Zira ondan başka tutunacak dalım da kalmamıştı. Turgay da Mehmet de hatalarının bedelini ödeyebilecekleri en pahalı şekilde ödemişlerdi.

İnsanların büyümek dediği şey yapılan seçimlerin sorumluluğunun ve bedellerinin ağırlaşmasından başka neydi ki zaten? Peki ya seçemediklerimiz? Ailemiz, içine doğduğumuz coğrafya, kader dediğimiz bilinmezlikler silsilesi? Onların bedelini neden ödüyoruz ki?

Ben seçimlerimin bedelini insanlara güvenimi kaybederek ödedim. Fakat benim güvenimin faillerinden ikisini mezara birini cezaevine yolladım. Söyler misin Hakan; bu hikâyede kötü ben miyim? Sen okumuş adamsın, psikolog olmuş kalınca kitaplar okumuşsun. Söyle bana ben kötü müyüm?

“Hayır Değer. Sen hayatta kalma güdülerinin sağlamlığı ve zekânla bugün yaşama tutundun. Bundan sonrasında da aynı şekilde devam etmelisin. Seçmediğin veya seçtiğin ne kadar problem varsa üstesinden gelebilecek kadar da güçlü bir kadınsın. Önünde yaşanılmayı bekleyen bir sürü iyi kötü tecrübe var. Sen bunları yaşayacaksın. Yaşadıklarından öğrendiklerin benim kitaplardan öğrendiklerimle eş değer hale geldiğinde ben de sana kendimi açarım belki kim bilir? Evet; seansımız burada biter… Ama benim de anlatacaklarım var. Ve beni dinlemelisin. Akşam ne yapıyorsun mesela? Zeytin Otel’de harika şaraplar var. Ne dersin?

Otel? …

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir