Geçenlerde haber sitelerinde ve sosyal medyada bir hayli dikkat çeken uluslararası araştırmaya denk geldim. Amerikan araştırma şirketi Gallup’un, dünyanın duygu durumu haritasını çıkardığı anket, 116 ülkeden yaklaşık 160 bin kişi üzerinde uygulanmış. Anketin özellikle Türkiye açısından dikkat çeken sonuçlarını olduğu gibi paylaşıp, sonrasında sonuçların neden böyle olduğu üzerine kafa yoralım istiyorum.
Ankette Türkiye en az gülen ülkeler sıralamasında birinci,
“En çok sinirlenen” ülkeler sıralamasında ikinci,
“En stresli” ülkeler sıralamasında dördüncü
“Hayattan en az keyif alan” ülkeler sıralamasında dördüncü
“En az yeni bir şeyler öğrendim” diyen ikinci ülke oldu.
Anketi yapan Gallup şirketinin genel analizi dünya genelinde stresin, öfkenin ve mutsuzluğun arttığı yönünde. Bunda küresel Covid-19 salgının etkisi büyük şüphesiz. Fakat bizim durumumuz maalesef sadece pandemi sürecine bağlanamayacak kadar vahim görünüyor.
Anket sonucunda en çok içimi acıtan “en az gülen” ülke sıralamasında birinci olmamız oldu… Bu toprakların mizah kültürü ve anlayışı en çok övündüğüm şeydi oysaki. Türkçe’nin mizaha uygun esneklikte bir dil oluşunun yanı sıra Nasrettin Hoca fıkraları, Hacivat Karagöz atışmaları, Orta Oyunlar, 19. Yüzyıl’a dayanan Terakki, Letaif-i Âsar, ve Diyojen gibi köklü mizah dergilerine sahip bir halk nasıl olur da en az gülen ülke olur aklım almıyor…
Peki, ne oldu bize? Bunun elbette birden fazla nedeni vardır. Psikologların ve Sosyologların mutlaka bilimsel açıklamaları vardır… Ama sade bir vatandaş olarak ben bu mutsuzluğumuzun sebeplerini üç ana başlıkta açıklamaya çalışacağım.
Yanlış Konumlanmış Aile ve Akraba İlişkileri
Güçlü aile ve akrabalık ilişkilerimizle geçmişten bu yana övünürüz. Avrupa’nın aile yaşantısını eleştirir, bizim aile içi bağlarımızla gururlanırız. Bir yere kadar övünülesi de bir şeydir bu durum. Fakat ters giden bir şeyler de var ki aile şiddet, aile içi cinsel şiddet, aile baskısı gibi aşamadığımız, dahası yüzleşmekten hep kaçtığımız kronik sorunlarımız var. Bu kronik sorunlar elbette kronik mutsuzluklara neden oluyor. Ne batı ne doğu aile yapısına tam olarak ayak uyduramayışımız, arada kalışlarımızın yarattığı sıkışmışlık hissini aşamayışımız sorunlara neden oluyor. Maalesef, sorunlarla kalmayıp cinayetlere ve cinnetlere varan bir travmadan söz etmek mümkün. Kadın cinayetlerinin ezici bir çoğunluğunda katil zanlıları aile içindeki erkek birey… Burada sorunun temelinde yine sağlıksız bir aile ortamında büyüyen erkek ile gelenek ve modernite arasında sıkışmış bir kadın figürünü görüyoruz. Ayıca ebeveyn ya da eş olmakla, ebeveyn ya da eş olunan insana sahip olmanın aynı şey olmadığının net bir şekilde anlaşılması gerekiyor. Ebeveynlik ya da eşlik, bir başkasının hayatı üzerinde bizlere yaptırım gücü vermez/vermemeli.
Sonuç olarak; aile ve akraba baskısı, el âlem ne der baskısı ve genel olarak toplum baskısını sürekli omuzlarında hisseden insanlar, yarım kalan hayallerinin, içlerinde ukde kalan mutluluklarının acısıyla yaşamanı sürdürmek zorunda kalıyor.
Bununla alakalı olarak “ Duvarların Ardındaki Mutluluk” yazımı okumadıysanız, okumanızı tavsiye ederim.
Geleceğe Dair Korkular, Endişeler
Özellikle ülkemizdeki gençlerin yoğun olarak yaşadığı ve yaşamakta da son derece haklı olduğu gelecek kaygısı, az gülüşümüzün en önemli sebeplerinden birisi. Toplumun geneline sirayet etmiş olan “günü kurtarma” psikolojisi maalesef devleti yöneten erk tarafından da benimsendiği için, sürekli değişen eğitim sistemi ile birlikte gün be gün kötüleşen ekonomik durum kaygıları artırıyor. Genç işsizliğin fazlalığı, iş bulanların sağlıklı koşullarda ve insani ücretlerle çalışma olasılığının her geçen gün zayıflaması bu kaygıyı artırıyor. Arttıkça da az gülen ülkeler sıralamasındaki birinciliğimizi kimseye bırakmıyoruz.
Ekonomik Krizler ve Doğal Afetler
Ülke olarak özellikle son yıllarda fazlasıyla hissettiğimiz ekonomik krizin üzerine eklenen depremler, yangınlar, sel felaketleri, intiharlar ve yoksulluk, haber bültenlerini trajediye dönüştürmeye yetiyor da artıyor bile. Sadece şu son birkaç günde ana haber bültenlerinde şahit olduğumuz haberlere bakınız: “Ülkenin güneyinden ve batısından yangın haberleri, kuzeyinden sel haberleri, doğusundan Afgan göçmen trajedileri geliyor. Genele bakıldığında ise ekonomik krizin etkisi olarak artan işsizlik, zamlar, alım gücünün düşmesi gibi konuları görüyoruz. 2020 Tokyo Olimpiyat Oyunları’ndan gelen birkaç madalya dışında neredeyse güzel bir habere rastlayamadık. Sadece haberlere bile baksak neden en az gülen ülke olduğumuzu anlamak kolaylaşır sanırım. Pandemi sürecine hiç değinmiyorum çünkü o tüm dünyanın ortak problemi. Daha çok bizim yoğun olarak hissettiğimiz problemlere odaklanarak gülemeyişimize gelen birinciliğimizin sebeplerine odaklanmak istedim.
Üç ana başlıkta kendimce saydığım sebeplerin ötesinde elbette çok daha farklı sebepler olabilir. Fakat onu da Sosyologlara ve Psikologlara bırakmak yerinde olur. Gözlemlerimin bilimsel bir dayanağı olmadığının, tamamen öznel çıkarımlar olduğunun altını çizmek isterim.
Gülümsemek bu toprağın insanına her zaman çok yakıştı. Yakışmaya da devam etmeli. Bu anketteki sıralama Türkiye’ye hiç yakışmadı asla da yakışmamalı. Hem küresel hem de yerel sorunlarımızın sona erdiği, kendimizle ilgili eksikliklerde ise sahici bir özeleştiri verdiğimiz zamanlarda bolca kahkaha atmak ümidi ile…
Hanifi Aktaş
İlk yorum yapan siz olun