İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Geçmiş Zindanından Kurtuluş

Tahmini Okuma Süresi: 3 dakika

“Dünler özlenir

Yarınlar beklenir

Bugünler heba edilir…”  Özdemir Asaf

Önceden geçmişe takılı yaşama takıntısını bireysel olarak algılar, bunun bireysel tercihlerden ibaret olduğunu düşünürdüm. Fakat sonradan anladım ki durum bireysellikten çok ötede toplumsal bir travma halini almış. Topyekûn geçmişle yaşıyor, geçmişle yatıyor, geçmişle kalkıyoruz. Herkesin özlem duyduğu geçmiş farklı olsa da özlem duyulan şeyin “geçmiş” olması değişmiyor.

Toplumun bir kısmı Atatürk dönemine diğer kısmı Osmanlı’ya hasret, bir kısmı 60’lara diğer kısmı 90’lara… Bir kısım eski bayramlara hasret, diğer kısım çocukluğunun sokaklarına. Kimisi ilkokul aşkına hasret, kimisi üniversite kantini sohbetlerine. Kimisi anasının yemeğine hasret, kimisi eski karpuzların kokusuna…

Politiğimiz apolitiğimiz, okumuşumuz okumamışımız, kadınımız erkeğimiz hepimiz hasretiz geçmişte bıraktıklarımıza. Hasretlik iyidir, iç çekişleri güzelleştirir, bakışları derinleştirir, ruhumuzu dinginleştirir de, hasretlik çekerken günü kaçırmak o kadar da iyi olmasa gerek. Ondandır “bugünler heba edilir” deyişi Özdemir Asaf’ın…

Peki, ama neden geçmişe bu kadar özlem? Nedendir düne takılmış, günü kaçırmış yarından umudu kesmiş hallerimiz?

Aslında cevabı hepimiz biliyoruz ama yine de paylaşmakta fayda var. Bazen bildiğini de duymak ister insan, bildiğinin bilinmesi duygudaşlık yaratır. Cevap basit, gün’den mutsuzuz, yarından umutsuz. Günün karamsarlığı ve yarına dair verdiği işaret fişekleri pek de iç açıcı görünmüyor. Hal böyle olunca sıkıca sarılıyoruz geçmişimize… Dizimizi kanatana dek koşturduğumuz sokaklara, ucuz sinema biletlerine, kalabalık pikniklere, politik kahramanlarımızın kafamızdaki kusursuz dönemlerine, salçalı ekmekle sokak maçı arasında yenen anne terliklerine…

Dünün güzelliklerini bugüne taşıyamayan biziz. Bugünü güzelleştirmektense geçmişe takılan da biziz. Yarını dünlerden daha güzel yapacak yahut bugünden daha çekilmez hale getirecek olan da biziz. Dert biziz, derman biziz, özleyen biziz özlenen de biziz…

Evet, karpuzlar eskisi gibi kokmayacak, salçalı ekmek aynı tadı vermeyecek, top koşturacak sokakları da enerjimizi de bulamayacağız, Atatürk de geri gelmeyecek, Osmanlı da… Bu gerçekliği kabul ettikten sonra onların boşluğunu doldurmak için kolları sıvamak gerekiyor. Çünkü doğa da insan zihni de boşluk kabul etmiyor. Boşluk dolmayınca geçmişin anıları dolduruyor zihnimizin tozlu raflarını.

Raflarda yer açmalı yarınlara, her şeye rağmen, herkese rağmen.  Ömrün geçmişe takılıp beklenecek kadar uzun bir serüven olmadığını ölümü ensemizde hissettiğimizde anlayacağız ama o da çok geç olacak. Öylesi bir hayat sürdüğümüzde ardımızdan bir Ahmet Kaya şarkısı söyleyecek birileri;

Bir kuş oldun gökyüzünde, uçamadın sen

 Nehir oldun ırmak oldun, taşamadın sen

Çocuk oldun sokaklarda, oynamadın sen

Doğdun da büyüdün ama yaşamadın sen

Yıllar oldu oralardan çıkamıyorsun

Bağlanmış elin ayağın kaçamıyorsun…

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir