Bir önceki yazımda özetle Ali Şeriati’den bahsetmiş, özellikle Dine Karşı Din kitabının üzerinde durmuştum. Bu yazıda Ali Şeriati’nin fikir dünyasını bir parça daha anlatmaya çalışacağım. Marksizm’le Şeriati fikirlerinin benzeşen ve ayrışan noktalarını özellikle anlattığımı ifade etmek isterim. Sebebinin yazı içinde anlaşılacağını ümit ediyorum.
Ali Şeriati, konumlandırılması, bir kalıpta anlatılması zor bir düşünür. Fikir dünyası batıda şekillenmesine karşın batıya kafa tutmuştur. İnanç dünyası İran merkezli İslam coğrafyasında şekillenmesine karşın ulemanın din algısına da kafa tutmuştur. .Ne modernist olmuştur ne de gelenekçi. Ama net olarak şunu söyleyebilirim ki, O asla muhafazakâr olmadı. Devrimci bir Müslüman oldu. Fikirsel devriminin tuğlasını ithal etmedi. İnancıyla, içine doğduğu toplumun geçekleriyle harcını kardığı tuğlalarla ördü. O yüzden geçen yazımda da belirttiğim gibi onun devrimciliğini salt Marksizm üzerinden okuyamazsınız. Bu büyük bir yanılgı ve haksızlık olur. Onun devriminin fikirsel temellerini İslam peygamberi Hz. Muhammed’in, Hz. Ali’nin,Ebu Zer’in, Muhammed İkbal’in, Celalettin Afgani’nin ve tabi babası Muhammed Taki’nin hayatlarında aramak daha doğru olur.
Elbette Şeriati’nin sınırsız, sınıfsız ümmet toplum tasavvuru ile Marksizm’in sınırsız sınıfsız toplum hedefi benzemektedir. Yine Şeriati’nin ezen ezilen zıtlığını Habil- Kabil kıssasıyla açıklaması ile Marksizm’in diyalektik kuramı benzeşmektedir. Fakat yöntemlerinin ve beslendikleri kaynakların farklılıkları da göz ardı edilmemelidir. Şeriati sınıflı toplumu şirk toplumu olarak ifade edip çözümü tevhitte, tek bir Allah’a kulluk etmekte görür. Bunun gerçek eşitliği doğuracağını ifade eder, bu açıdan da Marksizm’le ayrışır. Marksizm’in materyalist aydınlanmacı alt yapısı ile Şeriati’nin idealist, inançsal kaynaklı toplumsal okuması bu ayrışmanın temelini oluşturur. Bu konu üzerine düşüneceğinizi varsayarak burada bitirip Şeriati’nin diğer fikirsel mücadele alanından bahsetmek istiyorum.
Ali Şeriati kendi döneminde iki kutup arasına sıkışan, sömürülen, kimliğini ve ekonomisini kaybeden üçüncü dünya ülkelerinin özgürleşmesi için de çok mücadele etmiştir. Şeriati bu şiarla “Öze Dönüş” kitabını yazmıştır ki bana kalırsa Ali Şeriati’nin manifestosu niteliğinde görülebilecek bir kitaptır. Kitaptan küçük bir özetle, Şeriati’nin Öze Dönüş’ten kastının ne olduğuna bakalım;
“Eğer bu dönüş ırka olursa rasizm olur, faşizm olur, nazizm olur, bir tür ahmakça cahiliye şovenizmi olur. Ben ırka dönmek istemiyorum, insanları kana ve toprağa tapmaya sürüklemek istemiyorum. Yüz yirmi dört bin peygamber gelip bu mağrur ve kötü düşünceli beşeri, mutlak güzellik sahibi Allah’a kulluğa davet etmişlerdir. İnsan kulak vermiyor. Söz konusu ettiğimiz öze dönüş bizzat toplumun ruh ve vicdanındaki mevcut öze dönüştür. Bu, canlı bir özdür. Hala yaşayan, hayat ve hareket sahibi bir öz. Acaba bu öz dini bir öz müdür? Evet, İslami bir özdür. Peki, hangi İslam?”
Bugün modern insanın sancılarını, kendisine ve doğaya yabancılaşmasını ele aldığımızda, Şeriati’nin Öze Dönüş kavramı reçete gibi duruyor. Üstelik sadece Müslümanlar için değil. Öze Dönüşü evrensel boyutta düşünüp yerelin özgünlüğü ile harmanlamak her halk için doğru olan değil midir? Hangi İslam sorusu da can alıcı bir soru değil midir? Geçen yazımda da belirttiğim gibi muktedirlerin, ruhban sınıfının İslam algısıyla, yönetilenlerin, emeğinden başka elinde bir şey bırakılmamışların, kula kulluk etmeye zorlanılmışların İslam’ı bir olabilir mi?
Kısacası, Ali Şeraiti insanlık tarihinin süre gelen sorunlarına ve olası sorunlara hem bir sosyolog olarak bilimsel, hem İslam düşünürü olarak fikirsel, hem de bir devrimci olarak eylemsel çözümler üretmiştir. İslami terminoloji ile batılı aydınların terminolojilerini çok iyi harmanlamış, ortaya özgün bir sentez çıkarmayı başarmış aydındır. Somut sorunlara somut çözümler için mücadele etmiş gerçekçi bir entelektüeldir. Öze Dönüş fikri ile tüm ezilen üçüncü dünya halklarına rehber niteliğinde fikirler sunmuştur.
Hangi inanç veya ideolojik aidiyetiniz olursa olsun, Ali Şeriati’yi bir kez olsun okumanızı dilerim.
Hanifi Aktaş
İlk yorum yapan siz olun