Bizden önceki kuşak tek kanallı televizyon deneyimini yaşadı. Ondan önceki kuşak ise tek partili dönemi gördü. Bizim kuşak ve bizden sonraki kuşak ise gerek partilerin gerekse medyanın çoklu dönemine denk geldi.
Peki gerçekten öyle mi? Yoksa müthiş bir illüzyonla karşı karşıya mıyız?
Maalesef bizim kuşağın ve sonrakilerin içine doğduğu “çokluk” göründüğü kadar çoklu değil. Evet görece ve şeklen ortada bir çokluk var. Onlarca siyasi parti, yüzlerce TV kanalı üstüne binlerce sosyal medya kanalı mevcut. Fakat bu kadar çeşitliliğin içinde birbirine bu kadar benzeyen siyasi partileri ve medya kanallarını görünce şaşırmadan edemiyorum. Meclise baktığımda yol, yöntem ve hayata bakış açışından partilerin keskin bir ayrımından söz etmek -en azından benim açımdan- mümkün değil. Birkaç nevi şahsına münhasır vekili çıkarırsak meclis birbirinin kopyası vekillerle dolu.
Peki ya TV kanalları? Yüzlerce kanaldan kaç tanesi özgün yayınlar yapıyor? Kaç tanesi toplumun farklı kesimlerine hakkıyla yer veriyor? Kaç tanesi resmi anlatıların dışında alternatif bir dil geliştirebiliyor? Akşam haberlerinde mümkünse kanallar arasında gezinin. Birçoğunun haber dilinin, haberi servis edişinin hatta haberleri sıralayışının bile aynı olduğunu göreceksiniz. Gündüz kuşağı programlara girmiyorum bile. Peki nedendir bu kadar çokluk içinde bu kadar teklik?
Bu durumdan elbette hayatın her alanına dokunma hevesinden vazgeçmeyen iktidarın payı büyük. Fakat tek sorumlu onlar dersek de kolaycılığa kaçmış oluruz. Bu ülkenin entelektüelleri, aydınları, eğitimcileri ve biz topyekun halk; çok seslilik adına bir talep oluşturabildik mi?
Sesi kısılana ses olabildik mi? Dayak yiyene merhem olabildik mi? Öteki olana sahip çıkabildik mi? Bizden olmayanın haklarına da bizim haklarımız kadar sahip çıkabildik mi? Kısır döngüye girmiş siyasi partilere ve o partilere demir atmış koltuk sevdalılarına güçlü bir “hayır” diyebildik mi? Mevcut duruma baktığımızda bizlerin de üzerine düşenleri yapmadığı aşikar.
İşin eleştiri kısmını kısmen ifade ettiğimize göre zor olan kısma geçebiliriz.
“Ne yapmalı” sorusuna hep birlikte karar vermeliyiz. Herkesin çözüm önerilerini önemseyerek dinlemeliyiz. Bu sorunun cevabına verilecek başka başka fikirlere saygı duyarak çözüm adına ilk adımı da atmış oluruz belki.
Siyasetteki aynılaşmanın çözümü esasen siyasetin meclise hapsedilmesinin önüne geçmek olacaktır. Yalnızca cebinde parası olanların siyaset arenasında boy gösterdiği, buna da “profesyonellik” kılıfı ile meşruiyet kazandırdığı anlayışı değiştirmeliyiz. Madem ki siyaset mekanizması hepimizin hayatını A’dan Z’ye etkiliyor, o halde hepimizin siyasetle ilgili A’dan Z’ye söz söyleme hakkı vardır. Birisi çıkıp da size “burası siyaset yeri değil siyaset yapmak istiyorsan meclise git” derse ondan bir kaç milyon liracık isteyin. Sonra afallamasını ve suskunluğunu keyifle izleyin.
Siyaset biz istesek de istemesek de her yerde. O yüzden ona sırt çevirmek yerine onu hakkıyla yapmak en doğrusu. Buradaki tek kriter “nasıl ki bizlerin siyaset yapması, fikirlerini özgürce ifade etmesi elzemse, bir başkasının da bu hakkını kullanması en az bizim kadar elzemdir” anlayışı olmalı. Herkes bu yaklaşımda olduğunda siyasetten kriz değil çözüm çıkar. Siyaset de bir avuç zenginin kulüp sohbetlerine hapsolmaz, olması gerektiği gibi toplumun her olanında ve yine olması gerektiği gibi olanca çeşitliliği ile var olur. Siyaset ve siyasi partilerle ilgili başkaca çözüm önerileri de var fakat bu köşeye sığmayacağı için acil ve en önemli öneriyi ifade etmek istedim.
Medya sektöründeki aynılaşma sorununun çözümü de siyasetteki çözüm önerileri ile aynı. Orada da çok zengin ağabeylerimizin ve ablalarımızın birden çok sektörde olduğu gibi medya sektöründe de tekelleştiğini görüyoruz. Benzer kaygılara, benzer dünya görüşlerine, benzer taleplere sahip medya patronlarının sayıca çok olmaları çok seslilik adına bir anlam ifade etmiyor. Sosyal medya bir parça bu tekere çomak sokmuş olsa da henüz olması gereken çeşitliliği orada göremiyoruz. İşte tam da bu noktada yazımın başında belirttiğim “talebi” örgütlemek gerekiyor.
Çok sesliliği talep eden, demokrasiyi yalnızca sandıktan ibaret görmeyen, siyaseti yalnızca mecliste yapılan bir “iş” olarak kabul etmeyen, haklarını bilen ve herkesin haklarını önemseyen, aynılaşmaktan imtina eden, özgünlüğünü muhafaza etmeyi görev edinen bir toplum, yukarıda bahsettiğimiz sorunların temel çözüm noktası aslında.
Tabandan gelecek derli toplu bir baskı siyasetçilerimizin de medya patronlarının da kendilerine çeki düzen vermelerini sağlayacaktır. Bu “çeki düzen” umuyorum ki aynılaşmaktan bizi kurtaracak ve her rengi barındıran özgün bir çiçek gibi açmamızı sağlayacak.
İlk yorum yapan siz olun