İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Başarısızlığa Övgü

Tahmini Okuma Süresi: 3 dakika

Erasmus’u “Deliliğe Övgü” kitabını yazmaya iten nedenleri anlıyorum sanırım. Neden gerçek bilgeliğin delilik olduğunu savunduğunu da. Toplumun çoğunluğunun akıllı insanlardan oluştuğunu varsayarsak, -ki istatiksel veriler de bize bunu söylüyor- savaşları, katliamları, atom bombasını ve diğer kitle imha silahlarını akıllı insanların yaptığı/başlattığı sonucuna varıyoruz. Elbette güzel işler de çıkardılar. Aşıyı buldular, uzaya çıktılar, insanlığı suda yüzdürüp havada uçurdular… ama bu ilk saydığım kötü işleri gölgede bırakmadı bana kalırsa.

Kaç insanın uzaya çıkması yeryüzündeki katliamları gölgede bırakabilir? Kaç aşı açlıktan elmacık kemikleri dışarı fırlamış Afrikalı bir çocuğun sıcak yemek hayaline çare olur?

Sıra geldi başlığın hakkını vermeye. Delilik Övgüsünü Erasmus’a bırakalım. Ben başarısızlığı övmek istiyorum.

Buna karar verdiğimde, saatlerce başarı övücülüğünün yapıldığı bir toplantıda başkaları adına utanıyordum. Başarı tanımları; banka hesaplarıyla başlayıp, yükselen araba modelleriyle devam ediyordu. Konuşmacı ilham almamız için parmak ucuyla biz ucubeleri gösterip “siz de bu imkanlara sahip olabilirsiniz.” Dediğinde dudağındaki samimiyetsiz gülümsemeden sonra başarı tanımımın “akıllı çoğunluktan” çok farklı olduğunu fark ettim. Başarı bu ise başarısızlık övgüyü sonuna kadar hak ediyor dedim kendime. Ahlak, erdem, iyi, anlam, arayış, emek, değer kavramlarının ağıza alınmadığı bir ilham toplantısında banka hesaplarının başarı ölçütü sayılmasına şaşırmadım elbette. Şaşırmadım ama o gün bugündür de kaybedenlerin hikayelerinden ilham aldım. 

Hiçbir kaybedenin hikayesinde samimiyetsizlik görmedim. Fazlasıyla gerçektiler. Alın size ilham. Başarı hikayeleri olsa olsa anti ilham…

Sonra kendi hayatımdaki ilham verici başarısızlık öykülerini düşündüm. Her biri onlarca erdem kattı bana. Başarılarım ise sadece başardığım şeyin kendisini. Sonra başarımı anlatamadığımı fark ettim, ne vakit bir başarımı anlatmak zorunda kalsam kendime yabancılaştığımı fark ettim. Yapamadım. Bu yüzden iş görüşmelerini oldum olası sevmem ve her biri ayrı bir başarısızlık öyküsü olmuştur benim için. Hiç tanımadığım bir insana kendimi övmek zorunda olmanın bana yaşattığı travmayı anlatamam.

Başarısızlığın bir de hafifliği vardır ki bunu da tarif etmem zor ama bir örnek ile anlatabilirim. Üniversitede yıl sonlarında sınıf karşısında ve tüm iletişim tekniklerini kullanarak sunum yapmamız istenirdi. İletişimci adayları olduğumuz için hocamız sınıfta gezerek ve göz teması kurarak sunum yapmamızı isterdi. Bu esnada sınıfın geri kalanı anlatıcıya karşı acımasızca yorumlar yapmakta ve hatta dalga geçme konusunda özgürdü. Bu baskı ortamında en sonra bir arkadaşımız dayanamayarak hüngür hüngür ağladı. Dersin hocası arkadaşımızı susturmadı. Teselli etmek isteyenlere izin vermedi. Dakikalarca ağlayan arkadaşımız teselli de göremeyince toparlandı ve elini yüzünü yıkayıp geldi. Hoca vurucu konuşmasını yaptı;
“az önce çok fena çuvalladın, rezil oldun, hepimiz sana güldük. Sen elini yüzünü yıkamak için çıktığında da bunu sürdürdük. Başarısız oldun. Dibi gördün. Kaybedecek bir şeyin de kalmadı. Şimdi bunun bilinci ile tekrar dene…”

Sahiden işe yaradı. Ağlama krizi sonrası gelen “amaan” hissi ve pis gülümsemesi ile toparlanıp sunumunu yaptı. Üstelik esprilerle süslemeyi de ihmal etmeden….

Hocamız da günün sloganını verip dersi bitirdi;

“dibi görün, başarısızlığı tadın.”

Başarısızlığımızla yüzleşmeliyiz, başarısızlıklarımızı sahiplenmeli ve onları da sevmeliyiz… Bizi sahici kılan ne varsa tutunmalıyız, başarıdan önce gelen nice değeri sahiplenmeli ve soluklanmalıyız… Başarısızlığı övmekten vazgeçmeyin…

Başarısızlıklar dilerim.

Hanifi Aktaş

(26.02.2021 tarihinde mevzuhaber.com sitesinde yayımlanmıştır)

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir