Çukruova’da bahar hissettirdi kendini bir kere. Cemre düştü toprağa dönüşü yok sıcaklar ayak tabanını yakmaya başlar ufaktan. Tohumlar kıpırdar, toprak çatlar, kuşlar ılık rüzgârlara besteler yapar… İnsanlarda tatlı bir telaş başlar. Kimini iş, kimini aş, kimini aşk derdi sarar… Bu telaşın bir sebebi var; Çukurova bereketini sergilemeye hazırlanıyor, yine bilmem kaç milyonuncu kez. Aşk gönüllerdeki yerini tazeliyor, yine bilmem kaç milyonuncu kez. Rahmet sadece toprağa değil gönüllere de düşüyor. Bu rahmetin zahmetini çekecek mevsimlik işçilerde ise inceden bir telaş baş gösteriyor. Sökük çadırlar dikilmeye, üç beş parça kap kacak kalaycıda parlatılmaya başlandı bile. Çocuklar ilk aşklarını geride bırakacak olmalarına mı yoksa güneşin alnında tarlada çalışacak olmalarına mı yanacaklarına karar vermekle meşguller. Okulu zaten unuttular, her sene hiç olmazsa kışın okulun tebeşirin, kitabın kokusunu alırlardı, bu virüs belası onu da çok gördü ama olsun, yazın tarlada akşam ezanına dek taş ayıklamaktan daha kötü değil. Ama geldi işte yine zalim bahar.
Bahar herkesin göğsünde aynı tomurcukla açmıyor, cemre herkese düşmüyor… Bahar kimisine aşkın müjdecisi kimisine aş'ın mücadelesi. Kıştan bahara, bahardan yaza mevsimler koşullar hep değişiyor fakat hayat mücadelesi değişmiyor.
Hayatın değişmeyen döngüsü sanırım bu. Ne olursa olsun bahar gelecek, tohum toprağı delecek, gökyüzüne öykünecek, nasırlı bir el arasında yolculuğunu tamamlayacak.
Her bahar gibi bu bahar da Çukurova'da telaş başladı… İlk yazımda bahsettiğim gibi, gayem bu torakların telaşını paylaşmak.
Her toprağın ayrı rengi ayrı mahsulü ayrı da kaderi var. Çukurova'nın kaderi bu bahar da mevsimlik işçilerin maharetli ellerine teslim. Küçük çadırlarına koca dünyalarını ve koca yüreklerini sığdırıp geldiler. Hayatın yerinden tutup var edip sonra gidecekler. Sorunlarını, arzularını dinlemeye vaktimiz olmayacak muhtmelen. Ama bu yaz ola ki serinlemek için bir deniz kenarında içi kan kırmızı bir karpuzu afiyetle yerken aklımıza o karpuzun köküne düşen alın teri gelsin isterim. Keske imkan olsa da her yaz tüm kentli çocukları otobüslerle bu tarlalara taşıyıp sofralarına gelen meyve ve sebzelerin üretim süreçlerini gösterebilsek. Dahası emeğin ve alın terinin neden kutsal olduğunu anlatabilsek… Yazin evde sıkılmak gibi bir lüksü olmayan akranlarinin tarladaki mücadelelerini gösterebilsek. Akranlarinin yarım kalan okul maceralarını, yarım kalan aşklarını, yarım kalan hayallerini birinci ağızdan dinlemelerine vesile olsak. Belki onlar birşeyleri değiştirmek için büyümeyi beklemezler o vakit.. Biz bekledik ve sanırım bazı şeylere geç kaldık.
Bahar geldi.
Cemre toprağa, iş başa aşk gönüle düştü.
Hanifi AKTAŞ
(12.03.2021 tarihinde mevzuhaber.com adresinde yayımlanmıştır)
İlk yorum yapan siz olun