İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

“Dafni” nin Güzelliği, Savaşın Çirkinliği Arasında Bir İşgüzar: “Kapitalizm”

Tahmini Okuma Süresi: 5 dakika

Aslında zihnimde, mitolojik bir kahraman olan Dafni’nin “Defne” oluşunu ve Defne bitkisinin Türkiye ekonomisindeki yerini anlatmak vardı. Bu niyetle Hatay’ın Yayladağı ilçesinde bir hafta boyunca defne üretimini inceledim. Bununla ilgili fotoğraflar çekip yazılar yazdım belki birkaç dergiye yollayabilirim ümidi ile….

Fakat Hatay’daki durum, Zeus’un oğlu Apollon’un Afrodit’in kızı Dafni’ye olan ümitsiz aşkından bahsetmeme müsaade etmedi. Mitolojinin otantik havası, defne yaprağının hoş kokusu ne kadar güzeldiyse, savaşın o topraklara sürüklediği Suriyeli sığınmacıların yaşadıkları da bir o kadar korkunçtu çünkü. Zira ölmemek için ülkelerini terk eden bu insanlar başka bir ülkenin topraklarında ölmüyor fakat sürünüyordu…

Kimi insanların gözünde terörist, kimi insanların gözünde mücahit olan bu insanlar, yerel ve global kapitalistlerin gözünde ise sadece  “ucuz iş gücü” ve “potansiyel tüketici” idi…Güncel siyasetin kutuplaştırıcı havasına kapılıp, bulunduğumuz safa göre ad verdiğimiz bu insanların yaşadığı dram aslında çok daha farklı ve çok daha korkunç durumda. İşin daha vahim yanı, buraya sığınan Suriyeliler de içerisine düştükleri büyük çarkın farkında değiller. Onlar da kendilerine gösterilen küçük düşmanı yok etmenin peşinde ve onlar da kendince bir çember çizip o çemberin dışındakileri “öteki” görmekte.  Sonuçta mağdur olan halk, kendisini mağdur eden olarak gösterdiği öteki halkı suçlarken, mağduriyetin esas kaynağı olan küresel güçleri ve onun yerel işbirlikçilerini es geçiyor.

Şimdi bu konuyu burada geri dönmek üzere yarım bırakalım ve alakasızmış gibi görünen fakat –bana göre” tek yumurta ikizi olan diğer bir meseleye bakalım. Bu meselenin adı “kürt meselesi”…Neoliberal politikaların tüm dünyada ve ülkemizde hızla yayıldığı bir dönemde Irak’ta bir diktatör binlerce Kürdü katletti, Türkiye bu insanlara kapıyı açtı -açmalıydı da-. O dönem birçok milliyetçi/ulusalcı insanların “bu Kürtler başımıza bela olacak” “yahu nereden çıktı bunlar” gibisinden yazılar yazdığını, konuşmalar yaptığını yaşımız yetmediği için eski arşivleri tarayarak görebildim. Yine böylesi politikaların kararlı bir şekilde ilerlediği doksanlı yıllarda ülke içerisinde de PKK güçlenmiş, askerle amansız bir savaşa tutuşmuştur. Köyler boşaltılmış, insanlar akın akın metropollere göç etmiş/ettirilmiştir. Ve metropollerin inşasında, ucuz iş gücünün adı Kürtler olmuştur… Yıllarca İstanbul’da özellikle inşaatlarda, Adana’da pamuk tarlalarında, Antalya’da turizm sektöründe ucuz iş gücünü Kürtler yüklenmiştir. Beyaz Türkler’in biricik servetlerine hizmet ettirilmiştir. Aradan yirmi yıl geçti ve o dönemin Kürtleri büyük ölçüde orta sınıfa dahil oldu, kimisi iş veren dahi oldu. Haliyle eskisi gibi karın tokluğuna çalışmları neredeyse imkânsız hale geldi… İyi ama metropollerde ucuz iş gücüne ihtiyaç bitmedi? Peki ne olacak?

İşte tam da bu noktada Suriyeli sığınmacılar metropollerin Kapitalist çocuklarının yüzünü güldürdü avuçlarını ovdurttu. Bugün İstanbul’da, Hatay’da, Antep’te, Ankara’da  kaç bin Suriyeli var sayısını bilen yok. Parklarda yatıp kalkan o insanların haline bizzat şahit oldum. Aç ve barınaksız bir halde yaşama sürüklenen bu insanlar için ikinci aşama yolda: “ya çalışırsın ya ölürsün…”

 

Dün Kürtlere denilen bugün Suriyelilere denilmekte.

 

Metropollerdeki mantığın minyatürünü doğduğum yer olan yedi bin nüfuslu Yayladağı’nda

Görmek beni şaşırttı. Zira savaş öncesi en büyük alışveriş merkezinin iki bakkal büyüklüğünde olduğu Yayladağı’nda bugün ulusal ölçekli mağazalar zincirinin şubeleri var. Üç katlı konutlara apartman gözüyle bakılan güzide ilçemde bugün 6-7 katlı binalar yükselmekte. Savaş öncesi kiralık evlerin 200-250 tl olduğu evler 500 tl’ye Suriyelilere kiralanmakta.(2014 fiyatları) Peki Yayladağı nasıl 3 yılda bu hale geldi? Tabiî ki de dışlanıp ikinci sınıf vatandaş olarak görülen Arapların ucuz emekleri ve ihtiyaçları ölçüsünde tükettikleri ile. Hem Araplığı ile dışlanan hem de acımasızca emeğinden faydalanılan bu insanlar bize tanıdık gelmiyor mu? Filmlerde dahi kro Kürt, bekçi Kürt, ırgat kürt tiplemelerinin olduğu ve böylesi bir anlayışın yerleştirildiği bir ülkede elbette Kürtler asil Türk vatandaşlarına hizmet etmeliydi değil mi. Kim bilir üç beş yıl sonra filmlerimizde kro Suriyeliler görüp güleriz(!)

 

Böylesi küçük bir yerde bile acıyı fırsata çevirme kabiliyetini(!) gösteren akıl, büyük metropollerde hatta dünya ölçeğinde neler yapar varın siz düşünün.

 

Kısacası sevgili dostlar, Kapitalist sistem kartlarını kendince doğru ve kusursuz oynuyor. Yerelde birbirine düşman ederek ayrıştırdığı halkı savaştırıp, Amerikanın petrolden sonraki en önemli gelir kaynağı olan silah sanayisini ayakta tutuyor, hem de yereldeki ortaklarına ucuz iş gücü sağlayıp piyasayı rahatlatıyor. Umarım bir gün tüm bu tezgahlar yine bu coğrafyanın halkı sayesinde deşifre olacak ve Hatay halkı Harbiye şelalesinde Apollon’un güzeller güzeli Dafni’ye olan aşkını yad edecek, bende yalnızca bu güzellikleri dile getiren bir yazı yazacağım.

 

Hanifi Aktaş.

(Yazı 2014 senesinde EHAD dergisinde yayımlanmıştır. Yazının geçtiği dönemi esas alarak okumanızı öneririm)

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir