Hayat, izlemeye mecbur olduğumuz, üstelik sonunu bildiğimiz bir film. Sonu bilinen filmler pek sevilmez fakat yine de sonu belli her film kötü olmak zorunda değil.
Bazen bir filmi defalarca, sonunu bile bile keyifle izleriz. O tarz filmlerin sonundan çok hikâyesi sürükler çünkü.
Bizler de sonu belli hayat filmimizin başrolleri olarak filmin sonundan ziyade hikâyeye odaklanmalıyız. Bir kere çekilecek olan bu filmin hikâyesini arıların petekleri ördüğü gibi titizlikle örmeliyiz.
Öyle güçlü bir hikâyemiz olmalı ki “kötü sonu” kimse umursamasın.
İyi bir hikâyede kısır döngülere, tekdüzeliğe, rutine pek yer yoktur. Ara ara yaşantımızı yoklayıp, geri çekilip kendimize sormalıyız; “şuana kadar ki hayatım film olsa, nasıl bir film olurdu?”
İşe gidip gelmeleri, evdeki tembellikleri, telefonda geçirilen aylak saatleri, yemeleri içmeleri çıkarınca geriye elle tutulur ne kalıyor sorgulamalı.
Kaç kişi ile tadına doyulmaz diyaloglar yaşadık?
Kaç şehrin sokaklarını doya doya dolaştık?
Kaç heyecan dolu macera yaşadık?
Kaç denize kulaç atıp kaç nehiri aştık?
Kaç dağa tırmanıp kaç ovada yıldız seyrettik?
Kaç kere kahkahalara boğulduk?
Kaç kere hüngür hüngür ağladık?
Kaç kez kavgaya tutuşup kaç kez dayak yedik?
Kaç kez tutkuyla âşık olduk?
Kaç kez haksızlıklara ses çıkardık?
Kaç kez hakkımız yendi?
Bu sorular uzar gider… Ama bu soruların cevapları filmimizin kalitesini de belirleyecek.
Hikâyemizdeki inişler çıkışlar, zıtlıklar, duygu geçişleri ne kadar yoğun? Ne kadar sahici?
Yukarıdaki soruların hepsine “hayır” cevabı verdiğinizi düşünün, sonra öylesi bir hayatı izlemek zorunda kaldığınızda ne düşünürdünüz onu da düşünün.
Çoğumuzun hayatı iş ve ev arasında, birbirinin tekrarı aynı günleri yaşamakla geçiyor biliyorum. Çoğumuz iş yerlerinde kahve molalarında “aslında napıcaksın biliyor musun” diye başlayan hayalleri sıralıyor biliyorum.
Çünkü hepimiz farkındayız hayat hikâyelerimizin sıkıcılığının ve zayıflığının. Bu kadar rutin, bu kadar birbirinin kopyası hayatlar ve acımasızca akıp giden zaman hepimizin canını sıkıyor.
Bizi rutinlerimizin dışına çıkmaktan alı koyan duvarlarımız var ve bu duvarlar kolay yıkılası duvarlar değil. Ama yıkıldığında da karşımıza çıkacak olan uçsuz bucaksız mavilik, o özgürlük hissi, o tazelik, o mutluluk da kolay vazgeçilesi şeyler değil.
Her birisi hikâyemize lezzet katacak ayrıntılar.
Her birisi hayatımıza anlam katacak, kötü sonu unutturacak şeyler.
O duvarları yıkığımızda “bu hayat filminin iyi ki başrolü ben olmuşum” diyeceğiz.
Diğer türlü ise izleyeceğiz. Akıp giden hayatı, başkalarının güzel filmlerini, güzel hikâyelerini.
Tek tesellimiz “ama onların da filmi kötü bitti” olacak.
Başkalarının kötü sonlarıyla teselli olacak kadar kötü bir hayat umarım hiçbirimiz yaşamayız.
İlk yorum yapan siz olun