Eylül ve Ekim aylarının insana iyi gelen havalarının dışında bir güzel yanı da film festivallerinin takvimlerine ev sahipliği yapması. Altın Koza Film Festivali geçtiğimiz hafta Adana’da sorunsuz ve skandalsız şekilde sona erdi. (En azından bizler duymadık) Fakat Altın Portakal Film Festivali henüz başlamadan sorunlarla ve skandallarla anılmaya başlandı. Twitter’da (yeni ve saçma adı ile X) günlerdir hunharca tartışmalar ve geyikler dönüyor. Altın Portakal maalesef uzunca bir süredir filmlerden ziyade sorunlarla ve skandallarla gündeme geliyor. Kimi zaman gösterilen filmlerden, kimi zaman gösterilmeyen filmlerden, kimi zaman da ödüllerden ve ödül törenlerindeki konuşmalardan kaynaklı tartışmalara konu oluyor.
Bu senenin skandalı ise “Kanun Hükmü” belgeselinin maruz kaldığı sansürdü. 22 Eylül’de festivalin Ulusal Belgesel Yarışma seçkisinden çıkarılan “Kanun Hükmü” adlı belgesel gelen tepkiler üzerine tekrardan seçkiye alındı fakat bu sefer de Kültür ve Turizm Bakanlığı festivalden elini eteğini ve tabi desteğini çekti. Bu olay bile başlı başına Türkiye’de hakim siyasetin her alana ne denli sirayet ettiğinin, ne denli baskı unsuru oluşturduğunun kanıtı.
Sanat, spor, bilim, ekonomi ne başlık varsa yurdum siyasetçileri hemen o alanın uzmanı oluveriyor ve o alan hakkında ahkam kesebiliyor. Daha acısı o alanın uzmanları hatta duayenleri bu baskıya çoğu zaman boyun eğiyor.
Altın Portakal, bu ülkenin en köklü en büyük sanat organizasyonlarından bir tanesi. Aslında tam olarak da bu özelliği başına bela oluyor. Çünkü ortada köklü ve büyük bir organizasyon varsa yurdumun cevval siyasetçileri hemen oraya el atmayı kendisine vazife addediyor.
Bazen keşke bu tarz sanat festivalleri butik kalsa, yalnızca ilgililerinin bildiği, önemsediği ölçekte kalsa diye içimden geçiriyorum. (O zaman da kendimi elitist bir tavır takınmakla itham ediyorum. Maalesef kendimi eleştirirken siyasetçileri eleştirdiğimden daha acımasız olabiliyorum. )
Butik kalan film festivalleri tam da olması gerektiği gibi bol filmli, bol muhabbetli bol eğlenceli geçiyor. Buna Erzurum’da yaşadığım dönemde bizzat gönüllü olarak içinde yer aldığım Dadaş Film Festivali dönemlerinden şahidim. Kente filmlerle beraber yönetmenler, senaristler, oyuncular, sinema eleştirmenleri de gelirdi. Günlerce tek gündem maddemiz filmler olurdu. Filmleri bazen film ekibi ile birlikte biz gönüllü çalışanlar dışında izleyen olmazdı belki ama inanılmaz da samimi bir ortam oluşurdu. Kimse kasıntı olmaz, ortamda oyuncular da misafirler de çalışanlar da rahatça kendisini ifade ederlerdi. Söyleşiler, atölyeler yapılır, yemekler yenilir, geziler düzenlenir ve bir sonraki sene görüşmek ümidi ile herkes birbiriyle vedalaşırdı. Dört sene boyunca bizzat içinde bulunduğum bu güzel film festivalinde hiçbir skandala tanık olmadım. Bu güzel festivali Erzurum’a kazandıran, her sene büyük emeklerle organizasyonu sorunsuz gerçekleştiren Nil Gürpınar Hanım’a da yeri gelmişken teşekkür etmek isterim. Festivalin samimiyetinde ve güzelliğinde onun payı çok büyüktü.
Şimdi Altın Koza ve Altın Portakal’ı takip edince üzülmeden edemiyorum. Dadaş Film Festivali’ndeki o samimiyeti de özveriyi de göremiyorum. Umarım bu iki büyük ve köklü film festivalimiz de bir an önce “sadece sinemanın” konuşulduğu görkemli, neşeli, samimi günlerine döner.
İlk yorum yapan siz olun